Ahirette suretimiz, şeklimiz, simamız ne hâlde olacak?
Dünyada sûretimizin, üstümüzün-başımızın, kılık-kıyafetimizin temizliğine, düzgünlüğüne ve güzelliğine dikkat ediyoruz. Ya âhirette sûretimiz, şeklimiz, sîmâmız ne hâlde olacak? Asıl buna dikkat ve ihtimam göstermemiz gerekmez mi?
O gün sîmâmız ne hâlde olacak? Üzerini toz-toprak bürümüş, kan-ter içinde, zelil, rezil, solgun ve kapkara bir yüz mü? Yoksa mesut, aydın, secde iziyle parlayan, tertemiz, nûr içinde bir yüz mü?
Dünyadaki sîretlerin âhirette sûretlere aksedeceği hakîkatine Rabbimiz şöyle dikkat çekiyor:
“O gün birtakım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir. Yine o gün birtakım yüzleri de keder bürümüş, hüzünden kapkara kesilmiştir. İşte bunlar kâfirlerdir, günahkârlardır.” (Abese, 38-42)
O gün bedenimiz ne hâlde olacak? Uzuvları, kendi aleyhine şahitlik eden, dünyada gizli-açık işlediği günahların çirkin alâmetleriyle haşredilmiş, ağır yükler altında ezilmiş, yaptığı haksızlık ve zulümlerin yaftaları boynuna asılmış, perişan bir beden mi? Yoksa abdest âzâları parıldayan, gözlerinden îman nûru saçılan, işlediği sâlih amellerin mükâfatlarından nişâneler taşıyan, tertemiz, güzel, mükemmel ve huzurlu bir beden mi?
Velhâsıl, şunu aslâ unutmayalım ki; yarın âhirette sîmâmızı ve sûretimizi belirleyecek husus, kalbimizin bu dünyadaki mânevî seviyesidir. Bu dünyada günah lekeleriyle âdeta katranlaşmış kalpler; öbür dünyada vücudun çirkin, pörsük, zelil ve iğrenç bir hâlde haşredilmesine sebep olacaktır. Bu dünyada tezkiye ve tasfiye ile mânevî çirkinliklerden temizlenen ve sâlih amellerle güzelleşen kalpler ise; Allâh’ın lûtf u keremiyle, öbür dünyada güzel, nurlu ve mesut bir çehre ile haşredilmeye vesîle olacaktır.
Âhiretin o sert, belâlı ve sıkıntı dolu geçitlerinde, korku ve hüzünden emîn olanlar; ancak Cenâb-ı Hak ile dünyada dost olabilenlerdir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yûnus, 62)
O hâlde, ârif mü’minler nazarında dünya hayatının yegâne gâyesi; Cenâb-ı Hakk’a dostlukta mesafe almaktır. Kesb-i kemâl ile seyr-i cemâle vuslattır; yani Cemâlullâh’ı temâşâya lâyık bir letâfet, zarâfet ve kemâlâtı kazanmaya gayret etmektir.